Yüzleşme
Türkiye’de ideoloji tabanlı siyaset bitmiştir!
Bu yaklaşımı muhafaza etme noktasında işler üreten ‘’Parti’’ ve ‘’Particilik’’ de aynı biçimde sonlanmış, 11 Eylül öncesi ve sonrası olmak üzere 2 ayrı konjonktürel durumun ortaya koyduğu tablo dahilinde, bu tavır; 11 Eylül öncesinde kalmıştır.
Kendi kulelerini vuran ABD, bu sebep üzerine, Radikal İslam gibi bir sonuç entegre etmiştir. Radikal İslam, kuşatılması arzulanan bölgelere giriş anahtarı, Ilımlı İslam’da, bu bölgelerdeki; ‘’tabii direnişi’’ yok etme noktasında üretilmiş bir sindirme politikasıdır.
Bu gerçeği göz ardı etmek, halen daha ‘’Klasik ezberlerin’’ halefi olmak; apaçık bir yanılgı ve gafletten ileri gelmektedir.
Batı dünyası, Küresel Sömürü’nün merkezidir. Doğu ise; insan merkezli olma noktasında, her daim tavrını muhafaza etmiştir. Bu, ‘’Kadim Devlet’’ anlayışı ve ‘’Kamuculuk’’ gibi gerçeklerin bizlere gösterdiği bir realitedir. Bu realiteye dayalı olarak, yaşadığımız topraklarda yaşandığı iddia edilen, ‘’Milli Kültür’’ ve ‘’Manevi İnançlar’’ın bütüncül olarak ortaya koyduğu, Madde-Mana dialektiğine dayalı bir hakikat ortaya çıkmaktadır.
Bu hakikatın beslendiği kökler, Muhammedi çıkışın ürettiği ‘’Sömürü Karşıtı’’ ruha dayalı, Mustafa Kemal’in pratize ettiği anti-emperyalist duruşa yansımış derinliğe sahiptir.
Batı’nın ana hedefi de, bu pratikleri yok etmek; bu bağlamda SİYASET ÜSTÜ KUŞATMA, mantığını devreye sokmaktır.
Peki ya panzehir nedir?
DOĞU’yu kavramış, SİYASET ÜSTÜ BİR HALK HAREKETİ…
Yani, kavram ve değerlerine sahip çıkan, ‘’Tabu ve Önyargılar’’ı aşmış, Milli bir halk hareketinin gerekliliği bugün daha fazla kendisini göstermiştir.
Bu topraklar, mazlumun başını dik tuttuğu topraklardır. Tarih, bu tavrın en büyük şahididir.
Karmatiler’den, Zenc İsyanına, Pir Sultan’dan, Bedrettin’e, bu topraklar; sömürü karşıtı ruhunu pratize etmeyi sürdürmüştür. Bu bağlamda, üretilmesi gereken irade, yine bu toprakların ‘’Özel Mülkiyeti’’ kapsamında olmalıdır.
Ancak, Batı’nın Doğu’ya entegrasyonu sürecinde kullanılan temel ‘’Yozlaştırma’’ stratejisi gereği üretilen içi boşaltılmış ‘’yenicilik’’ yaklaşımı, maalesef toplumun bu ruhu üretmesi noktasında ihtiyaç duyduğu tabii dinamikleri dinamitlemektedir.
Makalenin başında belirttiğim görüşe binaen; ortaçağ feodalizminin ve modern hali olan küresel sömürü’nün, ideoloji tabanlı ayrılıklara dayalı toplumsal çöküşlerden beslendiğini söylemek mümkündür.
Bugün, demokrasinin gerekliliği olarak ifade edilen, kutupsal ayrılıkların kökleri buralara dayanır.
Özellikle, demokrasinin işlemesi için; ‘’merkez sağ’’ ve ‘’merkez sol’’ gibi iki kutuplu bir ayrımın olması gerektiği görüşü, bu noktada sıkıntı üretmektedir. Çünkü; esası itibari ile, bu görüşlerin hiçbiri bu toprakların ana özneleri değildir.
Nedenine gelirsek eğer, sermaye ve gücün yanında olmayı yeğleyen ‘’sağ’’ ile, pozitivist ve meteryalist dialektiğe dayalı çıkış ortaya koyan ‘’sol’’, bu toprakların hiçbir dönemde üretmediği kavramlardır. Bu kavramlar, batı’nın doğu üzerindeki planları doğrultusunda ve kendi iç çelişkileri yönünde vücut bulmuş kavramlardır. Bünyelerinde barındırdıkları ‘’evrensel değerler’’ ise, bir bütün olarak, anadolunun özneleri arasında yer almaktadır. Bu nedenledir ki, reel anlamda bu öznelere dayalı olarak yaşayanların, ‘’ötekileştirme’’ mantığına dayalı ayrılıkları benimsemesi imkansızdır.
Doğu, bünyesinde ihtiva ettiği değerleri bugün adeta, bu değerlerin düşmanlarına teslim etmiştir.
Millilik kavramını, genetik ırk merkezli bir konumda koşullayan ve İslam’ı önerdiği tüm ilkelerden ayıran ruhun ortaya çıkışı da bu gerçek ile ilintilidir.
Emek,Hak ve Bağımsızlık gibi değerlerin sömürülmesi karşısında ortaya çıkabilecek ‘’panzehir’’ de, aynı şekilde doğu’da vücut bulmuş olan bu gibi çıkışların tamamını bertaraf eden ‘’YENİ’’nin ellerinde yükselecektir.
Çünkü, evrensel aklın gereği budur. Sosyalist olmaksızın ‘’Emek ve Hak’’ gerçeklerini, Liberal olmasan ‘’İnanç ve düşünce özgürlüğünü’’, Irkçı olmadan, ‘’Milli şuuru’’ savunabilecek bir görüş, siyaset üstüdür. Çünkü mevcut siyasi görüşlerin pompaladığı ayrılık şerbetinin teorik altyapısı, tüm değerlerin ortak müştereklerinde var olan olguların, Anadolu merkezinde toplandığı gerçeği ile ihyası söz konusudur.
Ortaçağ feodalizminin en güçlü ayağı olan ‘’kilisecilik’’, aynı oranda klişeleşmiş ‘’ruhbancılık’’, günümüz yapısı dahilinde, ‘’islamcılık’’ biçiminde hortlamıştır. Muhammedi çıkış ile hiçbir suretle örtüşmeyecek olan, ‘’Moderate/uysallaştırılmış İslam’’ yaklaşımı dahilinde, inanç sistematiğimiz adeta ‘’küresel sömürü için zemin hazırlama aracı’’ haline getirilmiştir.
Bu gerçeği göz önünde bulundurmak gereklidir. Çünkü aksi halde meseleyi kavramak imkansızlaşacaktır.
‘’Bir siyasi parti kurmak’’ demek, mevcut ezber ve kalıpların içerisinde kalmak sureti ile mücadele etmek demektir. Ancak; Siyaset üstü bir halk hareketini SİYASİLEŞTİRMEK ise, bundan çok farklıdır.
Mesele, farklı evrimlere tabi tutulmuş bulunan halkın, zihinsel anlamda reel kimliğine dönmesi, kavram ve değerlere ‘’doğru anlamlar’’ vermesi yönünde çalışmak, ve bu çalışmanın ürünü olan ‘’siyaset üstü halk seferberliği’’ gerçeğine hizmet etmektir. Aksi halde, tabu ve ezber denizinde boğulmak dışında bir şey yapamazsınız…
Gerçek bu kadar açıktır.
Eren Erdem
Milli Kurtuluş Platformu öncüsü