En çok tahrip edilen kelimelerin başında gelen ‘’SELAM’’ bugün kesin suretle yanlış anlaşılmaktadır. Selam kelimesi, Arapça olup, s-l-m kökünden gelen; ‘’Barış-Huzur-Refah-Esenlik’’ manaları taşıyan bir kelimedir.
Ey iman edenler! Allah yolunda gaza için dolaştığınızda, iyice anlayıp dinleyin de size selam verene “Sen mümin değilsin!” demeyin. İğreti hayatın menfaatine göz dikiyorsunuz ama Allah katında çok ganimetler vardır. Önceden siz de öyle idiniz ama Allah size lütufta bulundu. O halde, iyice araştırın, anlayın dinleyin. Çünkü Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. (NİSA suresi 94. ayet)
Orada hiç boş söz işitmezler; ancak bir «Selam» işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da vardır. (MERYEM suresi 62. ayet)
Biz de şöyle dedik: “Ey ateş, İbrahim’e bir serinlik ol, bir selam ol!” (ENBİYÂ suresi 69. ayet)
Selam kelimesi, Kuran’da; esenlik-huzur-barış manalarında kullanılmıştır. Özellikle, Muhammedi çıkışın aksiyoncu ruhunu idrak etme noktasında ‘’selam’’ özel bir yere sahiptir. Çünkü önemle üzerinde durulan vurgu ; ‘’selam veriniz’’ babındadır. Bu bab dahilinde vurgulanmak istenen ise; ‘’bireyin esenlik-huzur-refah ve barışı’’ için mücadele veriniz noktasındadır.
Öyledir ki, İmam-ı Serahles’in Cuma Namazı üzerine ortaya koyduğu tabloyu incelediğimizde, günümüzde uygulanan Cuma Namazlarının ‘’CAHİLİYE RİTÜELLERİ’’ olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü İslam, Kolektif bir toplum dinidir. Kesin ve mutlak suretle; toplumsal dayanışmayı TEPE NOKTASI kabul eden bir anlayış üzerine inşa edilmiş, bu çeşitli metodlar ile pratize edilmiştir.
Muhammedi çıkışın bizlere öğrettiği ‘’SELAM’’ yöntemi şudur.
Evinde ekmeği olmayan kişinin, neden ekmeğinin olmadığını sorgulamak! Ve bu nedenler ile mücadele vermek.
Selam vermek, sorumluluk almaktır.
Selam verilen kişinin, refahı adına mücadele etme gerekliliği doğurmaktadır.
Şu noktaya temas etmek gerekir ki; İslam dini, Emevi sürecinde ‘’Ritüeller Dini’’ haline getirilmiştir. Selam kavramına devam etmeden önce EMEVİ SÜRECİNE giriş yaparak konuyu genişleteyim…
EMEVİ SÜRECİ
İlk bölümde ifade ettiğim gibi, çatışmanın özü tamamen EKONOMİK nedenlere dayanmaktaydı. Buna karşılık, İslam’ın sunduğu tavır ise, Egemen odakların lanse ettiği SINIFLI topluma karşılık, ekonomik zeminde sınıfsız, takva noktasında kademeler içeren bir toplum modeli üzerinde idi.
Takva’yı kıstas edinme cehaletini bertaraf etme adına şunu ifade etmek gerekir ki;
İslam dini, Allah odaklıdır. Yani; takva meselesi, Kul-Allah arasındaki bir ölçü birimi olma dışında bir şey değildir. Bizim TAKVA KISTASIMIZ şu temel ilkeye dayanır;
Takva, kişiyi toplum insanı olma noktasında belirli bir eylem zinciri içerisine sokar. Bu BİLİM-AKIL-HALKÇI ÜRETİM ile karşılık bulan, istismarı imkansız bir konumdur. Yani, bireyin kıldığı namaz; TAKVA ile eşdeğer değildir. TAKVA, toplum için üretilen değerler ile ölçülebilir. Bireysel ibadet ve uluhi tavır tamamen kişinin Allah ile arasında gelişen bir durumdur. Geldiğimiz noktada, TAKVA’nın ana maddesi ihlal edilmiş, TAKVA; showmenlik konumuna getirilmiştir.
Öyledir ki, ‘’DİNDAR CUMHURBAŞKANI’’ ifadesinin dahi tartışıldığı bir ülke haline gelişimizin özünde yatan vahim durum bundan ibarettir. Dindarlığı, CAMİ İÇİNE hapsetme zihniyeti, toplum karşıtı eylemlerin DİN adına ve DİN maskesiyle yapılışına rağmen, REKAT SAYISINCA Dindarlık hesabı tutma mesleği, Türkiye’nin yıkımının temel nedenlerinden sadece birtanesidir.
Bu noktada temel sıkıntı; DİNDAR ile DİNCİ arasında ayrım yapamayan halk kitlelerinin düştüğü acziyetten ileri gelir.